3 Temmuz 2023 Pazartesi

Antik Türk Anıt Taşları: Balballar

Antik Türk kültürü, Orta Asya'da Türk halklarının tarih öncesi dönemlerine kadar uzanan zengin bir mirasa sahiptir. Bu dönemlerde, Türk toplulukları için önemli olan pek çok gelenek ve ritüel vardı. Bunlardan biri de anıt taşlarıydı. Balballar, antik Türk anıt veya mezar taşları olarak bilinir ve günümüze kadar ulaşabilen önemli arkeolojik bulgulardandır.



Geçmişte yapılmış olan bir çok kazıda ortaya çıkan bulgular, balbalların sadece mezar anıtı olmadığı yönünde fikir vermiştir. Balballar yerine ve dönemine göre, anısına yapılan kişinin unutulmaması veya izinin dünyadan silinmemesi için de yapılmış olabilir. Yani sadece ölen önemli kişilerin mezar taşı değil, anıt taşı amacıyla yapılmış olabilirler. Ayrıca Türklerde İslamiyet öncesi ölü gömme adetlerinin şimdiden çok farklı olduğu biliniyor. Bu yüzden balballara mezar taşı demek görece yanlış bir yorum olabilir. Balballar zamanına ve yerine göre mezar taşı olarak da kullanıldığından dolayı Türklerin ölü gömme adetleri ile doğrudan ilintili bir konudur. Bununla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için, Arkeofili yazarı Elif Patan’a ait olan, “İslamiyet Öncesi Türklerde Ölü Gömme Adetleri” adlı makaleyi okumanızı tavsiye ediyorum. Kitap olarak ise, belli bir dönemi anlatsa da genel hatlarıyla konuyla alakalı fikir vereceğini düşündüğüm bir eser olarak: “Kabalcı Yayınları, Jean Paul Roux – Altay Türklerinde Ölüm “ adlı kitabı önerebilirim.  Şimdi tekrar konuya geri dönmek istiyorum.





Balbal kelimesi, Türkçe'de "insan" veya "heykel" anlamına gelir. Bu kelime, Türk dilinin eski dönemlerine kadar uzanan kökene sahiptir. Balbal, eski Türk dili ve mitolojisinde önemli bir yere sahip olan "bal" kelimesinden türetildiği düşünülmektedir. "Bal" kelimesi, Türk mitolojisinde ruhu temsil eden bir kavramdır. Eski Türk inanç sisteminin geç diyebileceğimiz dönemlerinde, insanların ruhlarının ölümden sonra öbür dünyaya geçtiğine inanıyordu ve bu ruhların hatırasını canlı tutmak amacıyla balballar dikilirdi. Bu nedenle, balballar "insan heykelleri" veya "ruh heykelleri" olarak anılır. Balbal kelimesi, tahmini olarak M.S 600 yıllarından sonra  antik Türk toplumunda mezar taşlarını ifade etmek için kullanılmaya başlandı.

Balbal Varyasyonları

Balballar, genellikle Türk halklarının kurgan adı verilen mezar höyüklerinde bulunan taşlardır. Bu taşlar, genellikle kenarları oval, dikdörtgen şeklinde olup, üzerlerine kazınmış veya kabartma olarak işlenmiş figürler ve semboller taşır. Balballar, genellikle mermer,  kireçtaşı, andezit veya granit gibi dayanıklı taşlardan yapılmıştır. Bu anıt taşları ölen kişinin mezarını işaretlemek veya anısını yaşatmak için kullanılmışlardır ve üzerindeki figürler, ölen kişinin sosyal statüsünü, karakterini ve inançlarını yansıtır. Örneğin, at figürleri sıklıkla kullanılan sembollerdir ve Türk kültüründe gücü ve zenginliği temsil eder. Ayrıca, kuş, geyik, dağ keçisi, boğa gibi hayvan motifleri de balballarda sıkça kullanılan semboller arasındadır.

Bazı başlıca Balbal figürleri:

  • At, Türk kültüründe önemli bir yer tutar. Balballarda at motifleri sıkça görülür ve genellikle ölen kişinin askeri başarılarını, liderlik yeteneklerini ve gücünü sembolize eder. At aynı zamanda kutsal bir hayvan olarak kabul edilir ve ölen kişinin ruhunun öbür dünyaya geçişini temsil eder.
  • Kuş: Kuş, Türk mitolojisinde önemli bir semboldür. Balballarda kuş motifleri genellikle özgürlüğü, maneviyatı ve ruhun ölümsüzlüğünü temsil eder. Ayrıca, kuşlar ölen kişinin ruhunun öbür dünyaya geçtiğine inanılan bir köprü rolü üstlenir. Kuşlar aynı zamanda doğa ve gökyüzü ile ilişkilendirilen kutsal varlıklar olarak da kabul edilir.
  • Geyik: Geyik, balballarda sıkça kullanılan bir semboldür. Geyik, bereket, zenginlik ve bolluk sembolüdür. Aynı zamanda doğanın gücünü ve bereketini temsil eden bir figürdür. Geyik, ölen kişinin refahı ve zenginliği için dileklerin ifadesi olarak da kullanılabilir.
  • Boğa: Boğa, gücü, erkekliği ve kahramanlığı temsil eden bir semboldür. Balballarda boğa motifleri, ölen kişinin cesaretini ve savaşçı niteliklerini yansıtır. Aynı zamanda doğal döngü, bereket ve toprakla ilişkilendirilen bir simgedir.
  • Kadeh: Kan kardeşliği gibi Tolu da Tengri'ye olan bağlılığı ifade eder. Ant içmek gibi verilen ve yerine getirilen sözlerin ve bu sözlerin verdiği onurun simgesidir. Kadeh kaldırmak gibi saygının göstergesidir. Ölümü tatmak gibi ölenin yeni yolculuğunu ortaya koyar. "Ecel şerbeti", "ölüm şerbeti" ve "şehadet şerbeti" gibi Türklerin İslam sonrası da kullandığı bu sözlerin kökeninde yeni yolculuğun tadına varılmaya başlandığının izleri bulunur. Taşlar, Türk'ün düşmanları değil, kendi ölüm yolculuklarını anlatır, gömüsünü işaret eder ve bedenini tasvir eder.

Balbalların tarihi ve kökeni, Orta Asya'da Türk halklarının yaşadığı dönemlere kadar uzanır. İlk balbalların M.Ö. 6. yüzyıla kadar uzandığı düşünülmektedir. Bu dönemlerde, Türk toplulukları göçebe hayat sürerken, balballar mezarlarının üzerine dikiliyor ve bu taşlar aracılığıyla atalarını anma geleneğini sürdürüyorlardı. Balbalların kimler tarafından dikildiği, kökenlerinin nerelere dayandığı ve ilk olarak ne zaman yapıldığı gibi sorulara araştırmacılar sürekli cevaplar aramaktadır. Günümüzde de ilgi çeken bu konu hala tam olarak çözülememiştir. Balballar üzerinde geniş ve kapsamlı bir çalışma yapılmamış olsa da, Orta Asya halklarına dayandırılan bir kaynak da bulunmaktadır. Orta Asya halklarına dayandırılan bir diğer kaynak ise göçebe yaşam biçiminde hayatlarını sürdüren insanlar arasında yaygındır. Tarihin sessiz tanıkları olan Balballar, Orta Asya bozkırlarında uçsuz bucaksız bir alanda sıklıkla karşımıza çıkmaktadır ve Eski Türk toplumlarında (İskit, Hun, Göktürk) da yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Bazı balballar, etrafında kilometrelerce hiç bir şeyin olmadığı bozkırların ortasında keşfedilmiştir. Bu keşfedilen balbalların ıssız yerlerde olmasının sebebi olarak; göçebe olan Türklerin bu eserleri yaptıktan sonra obayı terk edip geride bir şey bırakmadıkları düşünülmektedir.

Göktürk Dönemine ait Balbal


En eski balballar, Orta Asya'da, özellikle bugünkü Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan gibi bölgelerde bulunmuştur. Bu bölgeler, antik Türk toplumlarının yaşadığı ve Türk kültürünün köklerinin atıldığı yerlerdir.Balbalların bulunduğu bölge olarak öne çıkan yerler arasında Xiongnu, Hun, Göktürk ve Uygur gibi antik Türk toplumlarının egemen olduğu alanlar yer alır. Bu bölgelerdeki arkeolojik kazılar ve keşifler, balbalların Orta Asya'da uzun bir geçmişi olduğunu göstermektedir.
Örneğin, Moğolistan'daki Orhun Vadisi, Türk tarihi ve kültürü açısından önemli bir bölgedir ve birçok antik Türk mezarı ve balbalı içeren birçok arkeolojik alan bulunur. Orhun Vadisi'nde bulunan Göktürk Yazıtları, Türk dilinin en eski yazılı belgelerinden biridir ve balballarla birlikte değerli bir kültürel miras oluşturur. Bunun yanı sıra, Kazakistan'ın Altay ve Tyan Şan dağları gibi bölgeleri, balbalların keşfedildiği diğer önemli alanlardır. Bu bölgelerdeki arkeolojik kazılar ve araştırmalar, antik Türk mezarlarında çok sayıda balbalın bulunduğunu ortaya koymuştur.

Fotoğraf Ufuk Özgöz'ün Orta Asya Seyahati sırasında Moğolistan'da çekilmiştir.
Bir Balbal'ın insan boyutuna oranı


Balbalların kökeni hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, genellikle Türk halklarının kültürel ve dini inançlarına dayandığı düşünülmektedir. Bu anıt taşlar, Türk mitolojisindeki önemli sembollerin ve inanç sistemlerinin bir yansıması olarak kabul edilir; antik Türk toplumunun yaşam tarzı, inançları ve sanat anlayışı hakkında değerli ipuçları sunar. Ancak, balbalların korunması gereken önemli kültürel varlıklar olduğunu belirtmek önemlidir. Balballar, zaman içinde erozyona, hava koşullarına ve insan faaliyetlerine maruz kalarak zarar görebilir. Bu nedenle, arkeologlar ve koruma uzmanları, balbalların korunması ve gelecek nesillere aktarılması için çeşitli önlemler almaktadır.

Kaynaklar:

Kara, T. (2009). Anadolu'daki Bazı Erken Türk Mezarlarında Bulunan Taşlar ve Bunların İlgili Oldukları İnanç Sistemleri Üzerine Bir Deneme. Türk Arkeoloji Dergisi, 1(1), 1-22.
Hacıoğlu, M. (2015). Türk Dünyasında Bazalttan Yapılan Bazı Mezar Taşlarının Değerlendirilmesi. Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 1(2), 19-38.
Öz, A. (2018). Erken Türk Mezar Taşları Üzerindeki Sembollerin Anlamları Üzerine Bir İnceleme. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 3(2), 123-136.

Bilgin, V. (2020). Balballar: Türk Tarihindeki İzler ve Anlamları. Türk Kültürü Araştırmaları, 2(1), 45-56. 

8 Aralık 2009 Salı

Anadolu Çepniler'i 7 grupta toplanır:

I. Karadeniz Çepnileri : Rum Pontus İmparatorluğu yönetimindeki Trabzon, Osmanlılar tarafından fethedilmeden önce şehre gelip yerleşen ve fetih ordusunda bulunup Trabzon'da kalan Çepniler'den oluşmaktadır. Karadeniz Çepnileri , Giresun'dan Rize'ye kadar geniş bir alana yayılmışlardır. Yoğunlukla Şebinkarahisar ve Alucra ilçelerinde ve köylerinde otururlar. Bu bölgelerdeki topraklar, günümüz Çepnileri'nin ataları tarafından kan ve can vererek alınmıştır. 'Çepni' denildiğinde, Karadeniz Çepnileri akla gelir. Çepni kelimesine, 'yiğit - gözü pek ve cesur' anlamı kazandıran Çepni'ler bunlardır.

II. Ulu Yörükler: Sivas, Tokat ve Kırşehir illeri ile ilçe ve köylerinde yaşayan Çepniler'dir. Gümüşhâne'nin Kelkit ilçesinden 1520 yılında göç ettikleri biliniyor. İkinci kalabalık grubu oluştururlar.

III. Bozoklar: Yozgat ili ve ilçelerine bağlı köylerde yaşayan Çepniler'dir. Bozok, esasen Yozgat'ın eski adıdır. Yozgat, günümüzde de 'İkinci Ergenekon' olarak anılmaktadır.

IV. Başım Kızdulu Çepnileri: Aydın ve Saruhan bölgesinde yerleşmişlerdir. 'Kızdulu' kelimesinin yazılışında bir yanlışlık yoktur. Bu tür isimlere, Anadolu'muzun başka bölgelerinde de rastlanmaktadır. Bu yöredeki Çepniler'in eski beylerinin adı Kantemir olduğundan, bunlar, 'Kantemirli' olarak da adlandırılırlar.

V. Dulkadirli Çepnileri: Maraş Bölgesine yerleşmişlerdir. Sayıca azdırlar.

VI. Adana Çepnileri : 1519 yılında bölgeye geldiler. Çok az bir nüfusa sahiptirler. Bunlara 'At Çekenler' de denilmektedir.


VII. Halep Türkmenleri : Kanuni Sultan Süleyman Han döneminde Suriye'ye yerleştirildiler. Avusturya Seferi'ne dâvet edilen Çepniler bunlardır. Bir kısmı sonradan Antakya'nın kuzeyindeki Gündüzlü ilçesine yerleştiler. Bir kısmı da 1728 yılında Bergama ve Turgutlu'ya geldi.


Çepniler... Onlar, Türkçe'den başka bir dille konuşmazlar. 

Anadoluda Çepni Yerleşimi

Osmanlı Tahrir defterlerine göre, Anadolu'da Çepni adıyla anılan 43 yer ismi vardır. Bu sayıyla Çepni kelimesi, Anadolu'da yer adı olarak kullanılan Oğuz boyları içinde, yedinci sırayı almaktadır. Bu gün yurdumuzda Çepni'lerin dağınık bir yerleşime gittikleri görülmektedir. Sivas, Zile, Yozgat, Ankara, Çankiri, Çorum, Kastamonu, Bolu, Bursa, Kocaeli, Balikesir, Manisa ve dolaylarında Çepni'lere rastlanmaktadır. Ancak Çepni'lerin en fazla yoğun oldukları yöre, Eynesil, Vakfikebir, Kürtün, Salpazari, Gümüshane Görele, Tirebolu, Dogançay, Espiye, Yaglidere, Kesap, Dereli, Alucra, Giresun ve Ordu yöresidir. Eynesil, Görele, Tirebolu, Kürtün, Espiye, Keşap, Giresun, Dereli ve Alucra dolayları, ilk Osmanlı Tahrir defterinde Çepnieli, Çepni ili, Çepni Vilayeti adları ile kaydolunmuştur. Bu nedenle, bu yörelerde Çepni'lerin yoğunlukla yaşadığını söyleyebiliriz. Oğuz elinin en büyük boylarından Çepniler'in Doğu Karadeniz Bölgesi'nde cereyan eden Türk yerleşmesinde oynadıkları en mühim rol, Trabzon'lu Şakir Şevket ve Tirebolu'lu Binbaşı Hüseyin Avni Alparslan'ın dikkatini de çekmiştir. Şakir Şevket, Çepniler'in İran'dan çıkarıldıktan sonra, onlardan 100.000 nüfusun Doğu Karadeniz bölgesine gelerek Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir yörelerine yeleştirildiklerini bir rivayet şeklinde anlatır. * Faruk Sümer, Çepniler, s.95 Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1992 * Binbaşı H. Avni Alparsalan ise, elinde bulunan sınırlı sayıdaki kaynaklara dayanarak, yörede Çepnilerin çok önemli bir görev üstlendiğini ifade etmektedir. 

HACI EMİR BEYLİĞİ (Bayramlu Beyliği)

Bayram Bey ~1297 yılında Sinop dolaylarındaki Türkler'in Ünye ve dolaylarını feth edip, sahil boyunu takiple Trabzon yakınlarına kadar istila hareketlerini genişlettikleri, bu istila hareketinde bulunanların, büyük ihtimalle Çepni Türkler'i oldukları, onların başında ise Bayram Bey adında birisinin olduğu anlaşılmaktadır.~ * Prof. Dr. Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi , s.35 * Trabzonlu tarihçi Mikhael Panarates , Bayram Bey'in bir pazar yerini ele geçirdiğini kaydeder ki, bu kayıt Ordu yöresini feth edip, bu bölgede bir beylik kuran Bayram Beye dair ilk bilgidir. Bayram Beyin ~Oğlu Hacı Emir Bey bazı fetihlerde bulunmuş, torunu Süleyman Bey ise Giresunu fethetmiştir.~ * Faruk Sümer, Çepniler, s.14 * Bayram Bey, maiyetinde bulunan çok sayıda asker ile 1332 yılında bugünkü, Hamsiköy'e kadar gelmiş, Trabzon İmparatoruna ağır kayıplar vererek geri dönmüştür. Paneratos, Appandix, s.144 * Çepniler'in Trabzon'u Kuşatması Erzincan Valisi Ayna Bey, Akkoyunlu Bey'i Tur Ali Bey, Bayburt valisi Mehmet Bey ve Çepniler 1348 yılında Trabzon'u feth etmeye gelmişlerdir. Ancak yapılan kuşatmadan sonuç alamadan geri dönmüşlerdir. Bu sefere katılmış olan Çepnilere gelince; onlar Trabzon'un güneyinde, Muhtemelen Yukarı Kelkit Vadisinde oturmakta idiler. Ancak aynı yüzyılın ikinci yarısından sonra, sözkonusu Çepni beylerinin Harşıt çayı çevresinde yurt tuttukları biliniyor. Nitekim, 1380 yılının kış aylarında, İmparator (Trabzon İmparatoru), Çepniler'in kışlaklarının bulunduğu yukarı Harşıt'a kadar giderek, onlara karşı pek mühim sayılmayan bazı başarılar elde etmiştir. Böylece Çepniler'in ellerindeki Hrıstiyan tutsaklar kurtarılmıştır. * Faruk Sümer, Çepniler, s.15 * 1357 yılında Bayram Beyin Oğlu Hacı Emir Bey, kalabalık bir asker topluluğu ile maçka yöresine gelerek bu havaliyi yağma ve talan etmiş sonra geri dönmüştür. Trabzon İmparatoru 1. Basilios onun saldırılarını önlemek için kızı Theodorayı Ona vermiştir. Trabzon imparatoru 3. Aleksios, 1361 yılında Ünye'ye gelmiş, Hacı Emir Bey tarafından karşılanmıştır. Trabzon İmparatorlarının kızlarını Türkmen beyleriyle evlendirmesine diğer bir örnek, 3. Aleksios'dur. O da kızı Eudokia'yı Erzincan emiri Tahirten ile evlendirmişti. İmparator, 1373 yılında Şiran üzerine yürümüş, yapılan savaşta Türklere yenilerek geri dönmüştür. İmparator, 1388 (Veya 1380) yılında Tirebolu yöresine gelmiş, Harşıt çayı kıyısında bulunan Bedrama (Bedreme) kalesine çıkmış, buradan 600 (altıyüz) atlıyı Çepniler'in kışlağının bulunduğu yere gönderip, onların çadırlarını yıktırmış, adamlarını öldürmüştür. Bunun üzerine Çepniler, İmparator'un adamlarını sahile varıncaya kadar takip etmişlerdir. Çepnilerin kışlak ve yaylaları Çepniler'in Trabzon'a yakın olan yerlere geldikleri, büyük olasılıkla Kürtünü ve ona komşu yerleri kışlak yaptıkları, yazın da kuzeydeki yeşil dağlara çıktıkları anlaşılmaktadır. Bu yeşil dağlar; bugünkü Kadırga, Alaca, Sisdağı, Kürtün, Gavurdağı yaylalarıdır. Çepniler'in Batıdaki Durumu Çarşamba, Terme, Niksar ve dolaylarının emiri olan Taceddin Bey, Ordu ve yöresinin beyi Hacı Emir ile Süleyman Bey arasındaki anlaşmazlıktan istifade ederek arazilerine tecavüze kalkışmış, Sivas Beyi Kadı Ahmet Burhanettinin aracılık etmesine rağmen saldırılarına devam etmiş, yapılan son savaşta Süleyman Bey, Taceddin Beyi bir yerde sıkıştırmış yapılan çarpışma Taceddin Beyi yenerek öldürmüştür. * Aziz Bin Erdeşir Astarabadi, Bezm-ü Rezm, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, s.309 -315 * Taceddin Bey'in ölümünü haber alan Kadı Ahmet Burhanettin, Niksar'ı ele geçirmiş, önemli kalelerden olan İskefseri (Reşadiye) Süleyman Beye vermiştir. Bunun üzerine Taceddin Beyin oğlu Mahmut Çelebi, Kadı Burhanettine elçi göndererek bağlılığını bildirmiştir. Kadı Ahmet Burhanettin Erzincan Bey'i olan Mutahherten üzerine yapacağı seferin hazırlığı içinde iken, Süleyman Bey'den bir haberci gelmiş; habercinin getirdiği mektupla Süleyman Bey, Trabzon'a bağlı Giresun Kalesi'ni fethettiğini bildirmiştir. Giresun Kalesi'nin fetholunduğunu haber alan Kadı Ahmet Burhanettin, çok mutlu olmuş, bir kağıt ile kalem isteyerek, Giresunun fethi dolayısı ile duygu ve düşüncelerini içren bir mektup yazmış, bu mektubu da bir adamı ile Süleyman Beye göndermiştir. * Bezm-ü Rezm, s.485 * Giresunun Fethi Hacı Emir Bey oğlu Süleyman Bey'in Ordu tarafından gelip Giresun'u fethetmesi, Mart/Nisan 1397 senesinde olmuştur. Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Yıldırım Bayezid'in 1398 yılı ilkbaharında, Samsun dolaylarına bir sefer yaptığını, bu seferle Canik Beyi Kubaloğlu Cüneyd'in üzerine gidilerek Samsunun alındığını, Samsun ve ahalisinin bir sancak itibar edilerek, zamanın Bulgar kralının müslüman olan oğlu Aleksandıra verildiğini, Samsun ile Canik mıntıkasının elde edilmesi ile etraftaki Osmanlı hakimiyetinin kuvvetlendirilmiş olduğunu bildirmektedir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı aynı eserinde, Çarşamba, Terme, Niksar taraflarına hakim olan Taceddin oğullarından Mahmut ile Alparslanın, Ordu Beyi ve Giresun fatihi olan Hacı Emir oğlu Süleymanın, Bafra Beyi olan Taşanoğullar'ının Osmanlı hakimiyetini kabul ettiklerini, bu münasebetle Osmanlı hududunun, Trabzon İmparatorluğu hududu ile birleşmiş olduğunu kaydeder. *İsmail Hakkı Uzun Çarşılı, Osmanlı Tarihi, C.1, TTK Ankara 1972, s.298-299 * Osmanlı yönetimindeki Giresun ve yöre hakkında, daha iyi bilgi sahibi olabilmemiz için, 1611 - 1682 yılları arasında yaşamış olan Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sine bakmamız gereklidir. ' Giresun, Konstantini'nin yapısıdır. Sonra Uzun Hasan Sultanın eline girmiş ise de, yine Ceneviz Firengi işgal etmiştir. Sonra Fatih zamanında, müsahip Mahmut Paşa el ile zaptolunmuştur. Fatih kale fethedilirken, Mahmut Paşa'ya (Bu gece Kale altına giresün!) diye ferman edince kaleye metrise girip fethettiğinden adına Giresun denmiştir. 17. İklim enlemindedir. Trabzon eyaletinin sınırlarının başladığı yerde paşa hasıdır. Hakimi müslümandır. Üçyüz payesiyle mükellef kazadır. Yeniçeri ocağından serdarı, kale ağası, neferleri, gümrük emini, müftüsü, nakibi vardır. Deniz kıyısında Canik ile Trabzon arasındadır. Trabzon, Giresunun doğusuna düşer. Burası Ceneviz firenginin elinde iken mamur ve büyük bir şehir imiş. Hala, o zaman yapılarının eserleri görülür. Fakat Giresun, şimdi o kadar büyük şehir değildir. Çarşı içinde camileri, mescidleri, han, hamam, çarşı ve pazarları vardır. Kalesi, deniz kıyısındadır. Bağ ve bahçelerinde meyveleri çoktur. Liman, ala demir tutar yataktır. Fakat, batı rüzgarında biraz sıkıntılı olur. Limanın batı tarafında bir küçük adası vardır. Nice kereler Kazaklar, o adanın arkasına şakkalarını saklarıp, karadan asker dökerek bol para almışlar, şehri ateşe yakmışlardır. Çünkü kalesi şehri koruyamaz. Bu şehir, Trabzon eyaletine tabi olmakla, Ömer paşa askerinden niceleri denizden bıkarak kara yolu ile giderler. *Evliya Çelebi, Seyehatname, Zuhuri Danışman Derlemesi, C.3, s.80 * Batıda Ordu dolaylarından, doğuda Harşıt ırmağına kadar, Tirebolu ve Görele (Bugün Eynesilin 1 km. doğusundaki kale) Kaleleri hariç bu havalide bir beylik kurduğu anlaşılan Bayramlu Beyliği'nin ikinci beyi olan Hacı Emir Bey'in, ölüm tarihi belli değildir. Hacı Emir Bey'in oğlu Süleyman Beye gelince; O beyliği başarılı bir şekilde idare etmiş, ve Mart/Nisan 1397 de Giresun'u feth etmiştir. Bayramlu ya da diğer adıyla Hacı Emir Beyliği'nin, Giresun'un fethinden yedi yıl sonra da kuvvetli bir beylik olarak varlığını devam ettirdiği, anlaşılmaktadır. 1404 yılında İspanya'dan İstanbul'a gelip, buradan gemi ile Trabzon'a giden, İspanya Kralı'nın Timur'a gönderdiği elçisi Clavijo; 'Giresun ve dolaylarına, Erzamir (Hacı Emir Bey) adında bir Türk beyinin hakim olduğunu, emrinde onbinden fazla atlı kuvvet bulunduğunun kendisine söylendiğini, Tirebolunun Trabzon imparatoruna bağlı son kale olduğunu, buradan sonra Horel (Horelles) adında bir kasaba gördüklerini, hava müsait olmadığından Horele uğrayamadıklarını, akşama doğru Fol adında bir kasabaya geldiklerini, Fol'dan sonra Sanfo adıyla anılan bir kale gördüklerini, ertesi gün Trabzon'a geldiklerini Trabzon İmparatoru ile çevresindeki Türk beylerinin Timur'a vergi ödediklerini, Erzincan yakınlarındaki bir kalenin Türklere ait olduğunun kendisine söylendiğini', yazmaktadır. * Clavijo, Kadiksten Semerkata Seyahat, Çev. Ömer Rıza Doğrul, s.76-77 * İspanya elçisinin buradaki kaydına göre Tirebolu ve Görele (Eynesil) kaleleri dışıında Keşap, Espiye, Yağlıdere, Dereli, Kürtün, Giresun ve dolaylarına Hacı Emiroğulları hakimdir. Clavijo'nun hava muhalefetinden dolayı yer olan 'Horel' (Horelles) olsa olsa (Görele) Eynesil Kalesi'dir. Fol ise, Vakfıkebir'in eski ismidir. Çok yakın bir zamana kadar yaşlılar Vakfıkebir'e Fol, Tonya'ya ise, Okarı (yukarı) Fol derlerdi. Giresun fatihi Süleyman Bey'in ne zaman vefat ettiği, kendisinden sonra kimin bey olduğu Hacı Emir ya da Bayramlu Beyliğinin ne zaman sona erdiği hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Bu beylikten bize ne bir kitabe, ne bir vakfiyye, ne de mülkname gibi yazılı belge ve hatta bir eser kalmamıştır. Trabzon'un Fethi 15. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon İmparatorluğu'nun oldukça zayıf durumda olduğunu görüyoruz. Safevi Devleti'nin emiri Cüneyd, bu bölgeyi işgal ederek, bir beylik kurmak fikrini barındırıyordu. Müritlerini etrafına toplayıp, silahlandı. Mehmet Beyi de yanına alarak, bu imparatoğluğun üzerine yürüdü. İmparator 4. Yuannis askerleri ile Hagia Focias (Aya Fokas) manastırına kadar ilerledi ise de, geri çekilmek zorunda kaldı. Bu savaştan sonra 1454 yılında, yani Fatihin Trabzonu ele geçirmesinden 7 (yedi) yıl önce, Trabzonu kuşatıldı. Üç gün süren bu kuşatmadan bir sonuç alınamayıp, geriye yani Kelkit Vadisine dönüldü. 1461 yılına gelindiğinde, Fatihin Trabzon İmparatorluğu üzerine yaptığı seferi görüyoruz. Bu tarihlerde, Görele, Tirebolu, Giresun kaleleri, Trabzon İmparatorluğuna bağlı iken, Kürtün, Dereli, Tirebolu, İnesil köyü arasındaki geniş kesim Çepni beylerinin komutasında idi. 'İnesil Köyü şeklinde ifade ettiğimiz yer, bugünkü Eynesil'in merkezi olan Gümüşçay, Bibercikumu ve civarıdır.' ~Çepniler XV. yy.ın ikici yarısının ortalarında tamamen yerleşik bir hayat geçirmekte, hepsi köylerde yaşamaktadır. Bu yörede hiç bir Hrıstiyan köyü görülmüyor. Onlar bilhassa Görele, Giresun ve Tirebolu kalelerinde oturuyorlar. Esasen defterlerde Hristiyanların kalelerde yaşadıkları bildiriliyor.~ * Faruk Sümer, Çepniler, s. 45 * Bu köylerde bal üretilip, bağcılık yapılıyordu. Meyve ve ceviz de üreten bu köylerde doğan, şahin, atmaca gibi avcı kuşlara ait yuvalar da bulunmaktadır. Trabzonun fethedildiği tarihin ne olduğu hususunda görüş birliği yoktur. Sadece İsmail Hakkı Uzuçarşılı, 26 Ekim 1461 ( 21 Muharrem 866) şeklinde bir tarih vermiştir. Ancak bu tarihi nasıl tesbit ettiğine ilişkin bir kaynak göstermemiştir. M.Kemal Yanbey tarafından neşredilen Trabzonun Fethi isimli kitap okunduğunda, Trabzon İmparatorluğu ordusunun 20.000 kişi olduğunu ve donanma gücünün de Osmanlı Donanma gücü ile eşit güçte olduğu görülecektir. Bu konuya ilişkin tarih kitaplarında geniş bilgiler bulunmaktadır. Bu nedenle bu konuya fazla girmeyeceğiz. Trabzon İmparatorluğu üzerine yapılan sefer esnasında bugünkü Eynesil Kalesi, Tirebolu, ve Giresun kaleleri bu imparatorluğa bağlı idiler. Fatih Sultan Mehmet fetih gerçekleştikten sonra gerekli olan tayinleri yapmış, imar hareketlerinde bulunmuştur. Daha sonra ise ordusu ile birlikte sahili takip ederek batıya hareket etmiştir. Donanma ise kendisini denizden takip etmiştir. Tarihçi Dursun Bey, Fatih ve askerlerinin Trabzondan itibaren sahili takip ettiğini, ancak yolun yer yer ağaç ve ağu dalları ile kapalı olması nedeniyle, bazen deniz yolu ile gittiğini; büyük zorluklarla önce Canike, daha sonra da Tokata ulaştığını, Tokattan sonra da İstanbula geldiğini söylemektedir. * Dursun Bey, Tarih-i Ebul Feth, Çev. Mertol Tulum, İstanbul 1977, s.105 - 110 * İbn-i Kemal ise, Fatihin ve askerlerinin Trabzonun fethinde ve İstanbula dönüşte çok zahmetler çektiğini, Trabzonun fethinden sonra İstanbula gelinirken, yollarda bir çok insan ve hayvanın açlıktan ölmüş olduğunu, bu havalideki insanların yiyeceklerinin ancak kendilerine yettiğini yazmışlardır. 'Trabzon yöresi bir sancak itibar edilmiş ve donanma kapudanlarından Kazım Bey, Trabzonun ilk sancak beyi olmuştur. Anlaşıldığına göre bundan sonra, Fatih kıyıdan batıya doğru giderek herhalde Görele (Eynesil), Diribolı (Tirebolu), Bedreme ve Giresun kalelerini aldıktan sonra Canik yolu ile Tokata ulaşmıştır.' * Faruk Sümer, Çepniler, s.42 * Trabzonun ele geçirilmesi hususunda eser neşreden tarihçiler, (Dursun Bey, İbn-i Kemal, Aşık Paşazade,Hoca Saadettin Efendi) Fatihin askerleri ile birlikte kara yolunu takip ettiğini, hatta burada meskun Türk toplulukları bulunduğu noktasında bilgi vermiş olmalarına karşın, Fatihin Giresun, Eynesil, Tirebolu kalelerini fethedip etmediği noktasında bilgi vermemişlerdir.

7 Aralık 2009 Pazartesi

ÇEPNİ TARİHİ

Anadolu’nun bir Türk vatanı olmasında çok önemli rol oynadıkları tarih otoriteleri tarafından kabul edilen Çepnilerin Anadolu’daki varlıkları on ikinci yüzyıla kadar gitmektedir. Bunların Anadolu’ya nasıl geldikleri, nerelere yerleştikleri, nasıl yayıldıkları hakkında ise ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Onikinci ve onüçüncü yüzyıllara ait belgeler daha çok Çepni varlığından ve onun menşeinden söz etmekte, daha sonraki yüzyıllarda ve özellikle on altıncı yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanan Osmanlı tahrir defterlerinden elde edilen bilgiler, Çepnilerin Anadolu’nun iskânında ve Türkleşmesinde oynadıkları büyük rolü ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada önce kronolojik bir sıra takip edilerek kaynaklardan Çepni adı ve menşei ile ilgili bilgiler verilecek, daha sonra Anadolu’daki Çepni yerleşim yerleri tanıtılacak ve Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde oynadıkları önemli rol anlatılacaktır.

  Çepnilerin Menşei ve Çepni Adının Manası Çepnilerden söz eden bütün kaynaklar, onların Oğuz Türklerinin bir boyu olduğunda görüş birliği içindedirler. Çepnilerden söz eden en eski yazılı kaynak Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072-1076 yılları arasında yazılan Divanü Lûgati’t Türk’tür. Türk dili, tarihi ve kültürü yönünden çok zengin bir hazine olan bu eserde Kaşgarlı Mahmud, Oğuz boyları hakkında da bilgi verirken, Oğuzların yirmi iki bölük olduğunu, her bölüğün ayrı bir belgesi ve hayvanlarına vurulan bir alâmeti olduğunu belirttikten sonra birinci boy olan Kınık’tan başlayarak tek tek bütün bölükleri tanıtır. Çepni boyu, Kaşgarlı’nın yirmi iki bölüğe ayırdığı Oğuzların yirmi birincisidir.

  Çepni adının geçtiği ikinci yazılı kaynak ondördüncü yüzyıla aittir. Reşidüddin Fazlullah’ın 1310 tarihinde yazdığı Câmi’üt Tevahir’in ikinci cildinde Tarih-i Oğuzân ve Türkân (Oğuzların ve Türklerin Tarihi) adıyla Oğuz Destanı nakledilir. Bu destanda, Oğuz’un daha yaşarken Bozoklar ve Üçoklar diye ikiye ayırdığı altı oğlundan yirmidört torununun olduğu, Oğuz’un vefatından sonra onun yerine Kün Han geçtiği ,Oğuz’un çok değer verdiği bilge bir kişi olan Irkıl Hoca’nın, devletin devamlılığının sağlanması, ileride herhangi bir kargaşaya meydan verilmemesi için bu yirmi dört oğula birer  lâkap ve birer ongun ve hayvanlarına vurmaları için de birer tamga tespit edilmesinin gerekli olduğunu Kün Han’a söylediği, onun da bu fikri kabul ederek bu işi yapmak üzere lrkıl Hoca’ yı görevlendirdiği, Irkıl Hoca’nın da yirmi dört evladın her birine birer lâkap, birer tamga ve birer ongun tespit ettiği anlatılır.





Bu kaynağa göre Çepni, Üç Oklar’ın en büyüğü olan Kök Han’ın dördüncü oğludur. İlk kez bu eserde Çepni’nin manası üzerinde durulmuş ve Çepni, “Nerede düşman görse durmayıp savaşan (Kandaki yağı göre, derhal savaşır ve çapar. Bahadır) şeklinde tanıtılmıştır. Ongununun “Sunkur : Umay”, Ülüşü (şölenlerdeki et payı)nün , Sol karı yağrın, sol yanbaş olduğu belirtilmiş ve damgası verilmiştir.
XIV. yüzyılda Çepni adı, Ebû Hayyân’ın, Kitabul-Idrâk li-Lisanil Etrâk adlı eserinde “Çepni-kabîletün minet-Türk” şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi XIV.yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.
XV. yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşüdüddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçe’ye çevirdiği ve “Tarih-i Âl-i Selçuk” adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuznâme’de Çepniler hakkında bilgi verir. Bu eserde Çepni’nin damgası diğerlerinden farklıdır.

Tarihlere “tarihi yapan ve yazan han” olarak geçen Ebülgazi Bahadır Han’ın 1660’ta tamamladığı Şecere-i Terakime de, tıpkı bundan önce sözünü ettiğimiz Reşideddin’in Farsça Oğuznamesi gibi Oğuz Kağan Destanı’nın bir başka şekli, yani Türkmen rivayetidir. Ebülgazi Bahadır Han, bu eseri yazarken hem Reşideddin’den faydalanmış, hem de canlı Türkmen rivayetlerini toplamıştır. Bu yönüyle müstesna bir yere sahip olan eser Oğuzname’nin Türkmen rivayeti, bir başka deyişle Çağataycasıdır.


ÇEPNİLERİN DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNİN TÜRKLEŞTİRİLMESİNDEKİ ROLLERİ

Selçuklu Devleti’nin 1040 yılında Horasan’da kurulması ve daha sonra Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın 1071 yılında Malazgirt savaşının kazanmasından sonra Anadolu kapıları Türklere açılmış ve batıya doğru göç eden Türkler Anadolu’da yurt edinmeye başlamışlardır.Yerleştikleri her yere Türkçe ad veren bu Türkmen  boyları en yoğun olarak Antalya-Eskişehir Bölgesi (30,000çadır)Kastamonu Bölgesi(100,000çadır)İçel Bölgesi Malatya-Maraş Bölgesi Kuzey Suriye Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yurt tutmuşlardır.Bizim konumuz olan Çepniler ise Sinop bölgesine yerleşmişlerdir.
                  Tarihi kayıtlardan Karadeniz Çepnilerin bu bölgeye ne zaman geldiklerini tam olarak öğrenememekle birlikte 13.yy da bu bölgeye hakim olduklarını ve Trabzon Rum Devleti hükümdarı Giorgi’yi mağlup edebilecek kadar da güçlü olduklarını biliyoruz.
                   Moğolların Anadolu’yu istilası ile ortaya çıkan bunalımlardan istifade etmek isteyen Giorgi,Karadeniz ticareti için çok büyük önem taşıyan bir limana sahip olan Sinop’u almak istemiş ve bir donanma ile 1277’de Sinop’a saldırmışsa da,kendisini gemilerle denizde karşılayan(Türkân-ı Çepni)Çepni Türkleri tarafından mağlup edilerek geri püskürtülmüştür.
Bu olayı İbn Bibi El Evamirü’l-Ala’iye Fi’Umuri’l-Ala’iye (Selcuk Name)Adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: “O sırada Sinop tutgavulu (muhafız kuvvetleri komutanı)Tayuğa gelerek “Canik hükümdarı(Caniti)asker ve cephane(zeredhane)dolu kadırgalarla Sinop’a saldırmak için geldi.Çepni Türkleri ile o diyarı korumak için görevlendirilmiş olan komutanlar (server)onlara karşı koyarak onları ateş ve su arasında sıkıştırıp canlarına ve evlerine darbe indirdiler.Her tarafı yerle bir ettiler.Onları kahrederek her şeyden mahrum,mahzun ve ümitsiz bıraktılar” dedi.
                   Düzenli bir orduya karşı kazandıkları bu zafer,Çepnilerin o dönemde hem kalabalık hem de teşkilatlı bir topluluk olduklarının bir göstergesidir.
                   Bu Çepnilerin Sinop bölgesine yerleştikleriyle ilgili herhangi bir delil yoktur ama, bu dönemle ilgili belgelerden Türklerin sürekli olarak doğuya doğru ilerledikleri anlaşılmaktadır.
                   Brjer’in verdiği bilgilere göre,Trabzon Rum İmparatoru 2. Jean (Yuannis) zamanında (1280-1297)Türkler Ünye(Halibia)yöresini fethetmişlerdir.Bu Türklerin Sinop Çepnileri olmaları kuvvetle muhtemeldir.
                    Trabzon Rum İmparatorluğun saray tarihçisi Panaretos’a göre İmparator Giorgi (1260-1280)hükümdarlığının 14. yılında yani 1280 yılında Toresion dağında Türkmenler’e tuzak düşmüştür.Panaretos,2. Jean’ın 1297 yılında öldüğünü,onun zamanında Türklerin Halibia (Ünye yöresi) yöresini ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istilâ  hareketlerinde bulunduklarını yazar.Öyle ki çok yerler gayr-i meskun bir duruma gelmiştir.Yukarıda da söylendiği gibi,bu Türkler veya onların çoğu büyük bir ihtimalle Çepniler ve başlarındakiler de Bayram Bey ailesidir.
                   İmparator 2.Aleksios (1297-1330)1301 Eylül’ünde Giresun’a gelip oradaki Türk beylerinden Küçük Ağa’yı ağır bir yeniliye uğratmıştır.Yine Panaretos da Bayram Bey’in bir pazarı ele geçirdiği bildiriliyor.Bu,Ordu vilayetini fetheden ve orada beylik kuran (Bayramlu beyliği)Bayram Bey’e dair ilk haberdir.Bu esnada batı ucundaki Türkmenlerde geniş çapta fetihlere girişmişlerdir.Bayram Bey 1332 yılında da çok sayıda asker ile Hamsi köye gelmiş ise de ağır kayıplar vererek geri dönmüştür.
                   1355 yılında Haldia dükü Kabasisika harekete geçip Şiran’ı zaptettiği gibi, Suriyana kalesi de boşaltıldığı için Trabzon İmparatorluğunun sınırları içine alınmıştı.Bundan çok memnun kalan İmparator 3.Aleksios elden çıkmış olan Şiran’a gelmiş,tahribatta bulunmuş ve orayı kuşatmış,tutsak almış ise de dönerken az sayıda bir Türk’ün takip etmesi üzerine imparatorun kuvvetleri panik halinde kaçmışlar,birçok kimse öldürülmüş ve Haldia Dükü de tutsak alınmış,imparator ve bu hadiseleri yazan müverrih Panaretos güçlükle Trabzon’a gelebilmişlerdir.İmparatoru mağlup ve kaçmaya mecbur eden Türkler şüphesiz Çepnilerdir.
                    Ertesi yıl (1356)imparator ve müverrih Panaretos batıya giderek noeli Giresun’da geçirmişler ve Yasun Burnu’nda “Epifani” kutlanmış ve orada 18 Türk öldürüldükten sonra geriye dönülmüştü.Ertesi yıl(1357)Bayram Bey’in oğlu Hacı Emir Bey kalabalık bir asker ile Maçka yöresine kadar gelerek oraya yağma ve talan ettikten sonra geri dönmüştür.
                     Bu ilerleme sırasında Çepnilerin Ordu bölgesine yerleştikleri ve Bayram Bey’in idaresinde bir beylik kurulduğu sanılmaktadır.
                     İmparator 3. Aleksios,1380’de Tirebolu yöresine gelerek (Mart),Harşit çayının sağ kıyısına çok yakın yerde ve denize 5 km mesafede bulunan Bedroma kalesinden 600 kadar yayayı uzak yerlere gönderdikten sonra,yayanın kalabalık kısmı ve atlı askerle Harşit’in yukarı kısmına yürüyüp Çepnilerin kışlağına kadar gitmiş ve onların çadırlarını yıkmış,yakmış öldürmüş ve Çepniler’in elindeki tuzakları kurtardıktan sonra geri dönüp Vakfıkebir’deki Büyük Liman’da birkaç gün kalmıştır.Daha önce gönderilen 600 kadar yaya askere gelince onlar,Kotzanta (Kürtün yöresi,Suma Kalesi)yöresine bir akın düzenleyip yakıp yıkmışlar ve adam öldürmüşler,dönüşte kendilerini kovalayan Türklerle de kıyıya varıncaya kadar dövüşmüşler ve bu yüzden Türklerden birçokları ölmüşlerdir.Onlardan 42 kişi ölmüş Türklerden ise erkek,kadın ve çocuk olmak üzere 100’den fazla insan hayatını kaybetmiştir.
                     Görüldüğü üzere imparator Çepnilere karşı bir öç alma seferi düzenlemiş ve onların elindeki bazı tutsakları kurtarmıştır.Anlaşılacağı gibi Çepniler muhtemelen 14.yy da kuzeye doğru ilerleyerek Kürtün yöresine ve ona komşu yerlere gelip oraları kışlak yapmışlar, yazın da kuzeydeki yeşil dağlara çıkmışlardır.Onlar ertesi yy.da kuzey ve kuzey batıya doğru ilerlemelerini sürdüreceklerdir.
                      Ordu bölgesini fethederek Bayramlı Beyliği’ni kuran Bayram Bey’in torunu ve Hacı Emir Bey’in oğlu Süleyman Bey’de 1397’lerde Giresun’u fethetmişlerdir.15. yy başlarında kuvvetli olan bu beyliğin ne zaman ve nasıl ortadan kalktığı bilinmemektedir.
                      Çepniler 14.yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt edinmişlerdir.Bu yurtları Kuzey Karadeniz’e kadar ulaşmıştır. Çepniler Kürtün’den hareket ederek Hurşit vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki toprakları yurt edinmişlerdir. Doğu Karadeniz bölgesine yaylalardan geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenlerin olduğunu belirten Osman Turan da Şarki Karadeniz bölgesine yaylalardan gecitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havali daha ziyade Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni  boyu tarafından Türkleştirilmiş Canik bölgesine adını veren Hıristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur.
Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar ilerlemiş ve bir takım küçük beylikler  kurmuşlardır
Demek suretiyle yukarıdaki görüşü paylaşmaktadır.
                      14.yüzyılın ilk yarısında Yukarı Kelkit vadisinde  de kalabalık bir Çepni kümesinin yaşadığı ve bu Çepnilerin 1348 yılında Erzincan hakimi Ahi Ayna Bey  Bayburt Valisi Mehmed  Akkoyunlu Tur Ali Bey  Doğu Suriye Türkmen reislerinden Bozdoğan Bey’in Trabzon’a düzenledikleri sefere katıldıkları ve şehri üç gün kuşattıktan sonra alamayarak geri döndükleri görülmektedir.
1404 yılında Trabzon’dan Erzincan’a giden İspanyol Elcisi Ruy Gonzalesde Clavijo(Klaviyo)Zegan (Zıgana) kalesi ile buradan Erzincan Türk Beyliği arasındaki yerlerin “Kabasitan”lı derebeyler elinde olduğunu “Çabanlı(Çepni) Türklerinin bunlarla savaşıp yıldırdığı bilinmektedir.
                     Yine Klaviyo’nun “Bu dağların ve kalelerin hakimi olan Kabasika bize nasıl yaşadığını anlatmaya başladı. Kendisi bu çıplak yerlerde ömür sürermiş. Bu havali şimdilik(Tümer’ün korkusundan)sükûn içinde yaşamakta ise de daima(Bayburt-Ovası batısında Sinür köyünde ocakları bulunan Bayundulu/Akkoyunlu ve Kelkit başları ile Kürtün bölgesi kuzeyinde ve Alucra’daki (Çepnülü)Türklerin taarruzuna uğramış Ertesi (2Mayıs) gün öğleden sonra yine Kabasika’ya ait bir kaleye vardık.Buradakiler de gelip bizden para aldılar(Zegana’dan beri dört yerde)Yolumuza devam ettik.
Öğleden sonra bir vadiye vardık.Orada Çabanlı(Çepnilü)Türklerin ait bir kale (Gümüşhane ile Kelkit ilçe merkezi arasında ve tam orta yerde Ulu Kal’a bulunduğunu anladık.
Kabasika ve bu Türkler arasında harp vaziyeti devam ettiğinden Kabasika’nın adamları bize bir müddet duraklamayı ihtar ederek keşfe çıktılar şeklindeki açıklamaları dan da anlaşıldığı gibi 1405 tarihinde Çepni nüfus bölgesi Gümüşhane’ye kadar uzanmaktadır.
                      14. yüzyılın ortalarına doğru ise Çepnilerin kuzeye doğru ilerleyerek Harşit çayı çevresinde yurt tuttukları kışlaklarını yukarı Harşit’te kurmuş oldukları görülüyor.
                     15.yüzyıldaki Bizans müverrihlerinden Halkokondil Trabzon’un doğusundan Amasra’ya kadar bütün Karadeniz kıyılarında Çepnilerin oturduğu bildiriyor.
                      Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461’de Trabzon alındıktan sonra Görele Tirebolu Bedreme ve Giresun kaleleri de fethedilerek Canik yolu ile Tokat’a ulaşılmıştır.Daha sonraki yılarda da doğuda Gürcistan sınırındaki kalelerle Gümüşhane-Trabzon arasındaki Torul yöresi alınmış ve Trabzon’un fethi tamamlanmıştır.
                     Osmanlıların Trabzon’u fetihleriyle bölgedeki Türkleştirme hareketinin hız kazandığı muhakkaktır.Ayrıca Osmanlılardan çok önce Kürtün-Dereli –Giresun-Tirebolu-Eynesil arasıdaki kırsal kesime hakim olan Çepni beylerinin fetihte Osmanlılara yardım ettikleri elde edilen başarılarda rol oynadıkları fetihten sonra Osmanlı Devleti’nin bunların hemen hepsine zeamet ve tımar gibi dirlikler vererek onları hizmetine almasından anlaşılmaktadır.Ayrıca Çepni halkının büyük bir kısmı müsellem olarak hizmette alınmış cami ve zaviyelerde görevlendirerek vergiden muaf olmuşlardır.Halkın geri kalanının ekseriyeti de muafin(vergiden affolunmuşlar)sayılmıştır.
                     15. yüzyılın ikinci yarısında tamamen yerleşik hayata gecen Çepniler köylerde   oturmaktadırlar. Bu bölge deki köyler arasında hiçbir Hıristiyan köyü yoktur.
Hıristiyanlar kıyılardaki  Giresun-Tirebolu-ve Görele kalelerinde yaşamaktadırlar.
Bu yüzyılda köylerde oturan Çepnilerin darı ektikleri bal  istihsal ettikleri meyve yetiştirdikleri köylerin çoğunda doğan şahin atmaca yuvalarının bulunduğu palazlanan yavruların satılması suretiyle gelir elde edildiği ve bu gelirlerden devlete vergi ödendiği ilk zamanlarda köylerde fazla koyun bulunmadığı ancak sonraları bir çok köyün koyun vergisi de ödediği otuz yıl kadar sonra buğday ekilmeye başlandığı verilen bilgiler arasındadır.
                    Mahmut Goloğlu ise Trabzon Tarihi adlı eserinde Laz-Çepni çatışmasının asıl sebebinin ayanlar olduğunu on sekizinci yüzyılın ilk yarısında şehir kasaba ve köylerde halka baskı yaparak devlet otoritesini kıran ve derebeyi durumuna gelen birbirlerini çekemeyip aralarındaki yarışmayı silahlı çatışma dercesine çeviren ayanlardan bazılarının Trabzon bölgesinde bulunduğunu ve Trabzon’un doğusundaki bu tür ayanların Lazlara batısındakilerin de Çepnilere dayandırdıklarını her ikisi de  aynı boyun çocukları olan bu iki zümreyi birbirine karşı kullandıklarını belirtiyor ve bunun sona erdirilişini şöyle anlatıyor:
                    “Lazlarla Çepniler arasındaki geçimsizlik oldukça eski idi.Gerek Çepni gerekse Laz ağaları  bölgelerinde bağımsız gibi yaşarlardı.Onlardan yana olanlar da ağarlından başka devlet adamı ve ağa konaklarından başka  hükümet dairesi tanımazlardı.Derebeylerinin özel askeri birlikleri bile vardı.Meselâ Tirebolu’daki bir derebeyi,silahlı adamlarını Trabzon Hükümetinin gözü önünde şehirden geçirip Rize’de Tuzcuzade ya da Lazistan’da  Pansazade  ailelerine karşı savaşa götürürdü.Ve ağaların hükümet gözündeki değerleri,bu çatışmalardaki başarı derecelerine göre idi.Gücünü ıspatlayan ağayı hükümet kendine kazanmak ister ve ona mesela (kapıcıbaşılık) gibi rütbe ve görevler verilirdi.
                     İşte Trabzon bu durumda iken,yaklaşık olarak 1938’de (Çeteci Abdullah Paşa)Trabzon Valiliğine getirildi.Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni mücadelesine el koydu ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı bastırdı.
                    Tirebolu’lu (Hüseyin Avni)Alpaslan “Trabzon Eli Laz mı?”Türk mü?” adı eserinin” Trabzon Tigresindeki Türkler Nice Türedi” adlı bölümünde Şakir Şevketin Trabzon tarihinden şu bilgileri aktarıyor:
                     “İkinci Mehmet Han Trabzon tigresini   ülkesine kattıktan sonra ovadan yüzbin Çepni Türkü geldi.Trabzon tigresine yerleşti.Bu Çepniler, ilk önce Türkeli’nden (Türkistandan)İran toprağına göçmüş!Kızılbaşlığı örenmiş!Bunlardan,İran’da tek durmamış!Uslu oturmamış!?Bundan ötürü Hanları,bunları elinde istememiş!Bunlarda, Anadolu’ya geçmiş.
                     Anadolu’ya geçen Çepnilerden yüzbin kişi daha çoğu Giresun,Tirebolu,Görele, Büyük Liman’da bulunmak üzere,Trabzon tigresine  yerleşmiş!?Birtakımı da batıya doğru yürümiş!Balıkesir,İzmir,yanlarına yayılmış!İzmit’tekiler yerli Türklere karışmış,Çepnilikden  çıkmış!Ancak Balıkesir İzmir tigresindeki Çepniler,Çepniliklerini korumuş!?



Trabzon tigresinde,pek çok hoca yetişmiş derebeyleri Sünni olmuş da,bunları gitgide Sünni yapmış,Kızılbaşlık kalmamış!böyle.Ancak Giresun'un, Tirebolu'nun Görele'nin  yüksek köylerinde,Kürtünde bugün bile Kızılbaşlık göze çarparmış!?
                       Kürtün’iin Şeybli köylülerine ne türlü and versen,kopkmaz!Ancak” Abıl Baba,Pabıl Baba,Güvende Şeybi,Vazalak Şeyb,Tur Eri,Horuz Evliyası ocağına güm güm  dabanca sıksun mu!”der isen korkar,işin doğrusunu söyler imiş!!!İşte Kızılbaşlı izleri!
                       Faruk Sümerin konuya bakışı bunlardan farklıdır.O da,Çepniler ve diğer Türk boyları arasında Alevi olanların olabileceğini kabul eder.Hatta Kanuninin Nahcivan  seferinden akçelik ve daha fazla gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun haline geldiğini,bunun Türk sipahilerinin terakki imkanını ortadan kaldırdığını,ancak kapı-kulları ve oğulları tarafından doldurulamayan dirliklerin verilmesinde Anadolu Çepnilerinin diğer bütün kavmi unsurlara tercih edildiğini ve özellikle Laz,Tat,Şartlı gibi unsurların askeri hizmetlere kabul edilmediklerini, ayrıca Kızılbaş oldukları için Çepnilerin askere  alınmalarının yasaklandığını ve evvelce alınmış olanların da çıkarılmasının emredildiğini kaydeder.Ama,bu Çepnilerin Trabzon Çepnilerin olamayacağı kanaatindedir:
                      “Bir ilim adamı olarak vazifemiz gerçeği bulmaktır.Değil ise bizim için Sünni ve Alevi vatandaşlarımız arasında asla bir fark yoktur.Türk kültürünü  almış her vatandaşımız ilmen yani gerçek olarak Türk'tür.Bu insana mensup olduğu o insanın almış olduğu kültürü belirler,kanın hiç bir rolü yoktur.Yani bir insana,”ben Türküm,ben Arabım,ben Fransız'ım,sözünü kanı değil kültürü söyletir.Bu söylediklerimiz ilmin sözüdür.İlmin sözü ise gerçeğin ifadesidir.Arap ülkelerinde pek çok insan dedelerinin Türk asıllı olduğu söylerler.”Sen nesin?”diye sorunca “ben Mısırlıyım,Cezayirliyim,Arabım, der.Haklıdır.Çünkü o Arap  kültüründe yetişmiştir ve Türk kültürüne yabancıdır.Dedesinin Türk asılllı olması ona Türküm dedirmiyor.Fakat içinde büyüdüğü Arap kültürü ona ”ben Arabım” dedirtiyor.Bir de şu hususu belirtmeliyim.Türkiye Türkleri Orta Asya da yaşarken de mongol yüzlü değil düz yüzlü idiler.Bu hususu pek açık bir şekilde gösteren vesikayı Oğuzlarla yayımlamıştır.(s.48,haşiye194).Türkiye Türklerinin gerçek tipini Toros dağlarında yaylaya çıkan Yörükler temsil eder.Mukayese yapmak isteyenler onlar ile yapmalıdır.Sonra,Orta Asya’dakilerin saf olduğu da nasıl söylenebilir.
                      16.ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında,gerek komşuları olan Türkler arasında Alevi inancını taşıyanlar buluna bilirler.Fakat Ömer,Osman Bekir isimleri,onlardan pek çoğunun Sünni olduğunu asla şüphe bırakmıyor.Diğer taraftan az yukarıda belirdiği üzere 5-10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerinin imam,hatip,müezzin muhasıl gibi vazifelileri görülüyor,fakirlere ve müderrislere de sık sık rast geliniyor.Kısaca onlar asla karaca bil  bil topluluk değildir.Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var.  15.Yüzyılın ikinci yarısı ile16.yüzyılın birinci yarısında  Aşık'ın dediği gibi “bidin”dinsiz insanlar değil bilakis dindar topluluktur.Bir taraftan  Osmanlının Anadolu'nun her tarafında yaptıkları gibi,tımarlarını ellerinden kendi  kullarına  ve kul oğullarına (=yani devşirme zümresine mensup olanlara)vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir.
  Çepniler Alevi sayılmasının başka nedenleri de vardır.Onların Safevi Şeyhi Cüneyd ve onun torunu ve Safevi Devletinin kurucusu olan Şah İsmail'e  olan yakınlıkları bilinmek dedir.14.Yüzyılda Azerbeycan'ın Erdebil şehrinde Safeyeddin Şafii ülkelerine göre kurulan Safevi  tarikatının başına geçemeyince  Anadolu'ya gelen ve burada başka Halep Türkmenleri,Dulkadırlı  ve Üçoklu  Oymalarının hemen hemen  tamamı olmak üzere diğer Türkmenlerin de bir çoğunun kendisine mürid yapan Şeyh Cüneyd'in bu mürütleri arasında Çepniler olduğu gibi, Anadolu'dan topladığı Türkiyeli göçebe ve köylü müritleri ile İran'a giden ve akkoyunluları yenerek 1501 yılında Safevi devletini kuran torunu Şah İsmail'in de yanında Çepniler vardır. 
                     Şah İsmail’in Safevi Devleti’ni kurmasından sonra Anadolu’dan   İran’a göç eden Türkler arasıda Çeniler vardır ve bunların büyük bir kısmı veya tamamı Doğu Karadeniz Çepnileridir.
                      Çenilerin İran’dan çıkarıldıktan ve Doğu Karadeniz Bölgesine geldikten sonra burada  Tirebolu Görele ve Vakfı yörelerine yerleştikleri sayılarının da 100,000 civarında olduğu rivayet edilmektedir.
                      Osmanlı Turanda da bu bölgede Çepnilerin önceleri Alevi olduklarını sonra Sünnileştiklerini belirtiyor. Mehmet Aşıki(21.Asır)memleketi hakkında  güzel bilgiler verirken batı ve güney taraflarının Çepni Türkleri ile meskûn olduğunu ve bu sebeple bu havalideki dağlara “Çepni Dağları” denildiğini henüz basılmamış olan “Menazır’ül Avalim”adlı eserinde yazar.
Trabzon’un güzelliklerini ve meziyetlerini tasvir eder ve överken batıda Rafizi(Alevi)Çepniler doğuda da kısmen Müslüman olmamış Lazlar arasında kaldığından dolayı üzüntülerini belirtir dedikten sonra Bir çok göçebeler gibi Alevi olan bu Çepniler zamanla Sünnileşmiş ve Lazlar da tamamen Müslüman olmuştur.Sürmene ve Araklı kazalarında yaşayan Çebi adını taşıyan kalabalık ailelerin de Çepnilerden olduğu anlaşılıyor.
                       Yavuz  Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde “1515-1516”Çepniler yoğun bir şekilde yaşadığı yer “Vilayet-i Çepni” (Çeni yöresi-Çepni yurdu)olarak gösterilmiştir.
Faruk Sümer defderdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul ve Görele arasıdaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün’ün tamamen Çepniler’le meskün olduğunu Trabzon-Torul ve Şalpazarı Vakfıkebir bölgesinde de Çepnilerin yaşadığını belirtiyor.Coğrafyacı Mehmet Aşık yazdığı Meazirul-Evalim adlı eserde Çepnilerin yoğun olarak yaşadıkları Trabzon’un batı ve güneybatı yöresindeki dağlara Çepni Dağları denildiğini kaydediyor.
                        Fetihten sonra bu bölgedeki dirliklerin tamamına yakını Çepni beylerine ve onların oğullarına verilmiştir.Beylerin bu nüfusunun daha sonraki devirlerde de devam ettiği görülür.
                        16. yüzyılın başlarında ekserisi veya tamamı “muaf ve müsellem” yani  Türk köylerinden oluşan savaş zamanında atı ve silahı ile savaşa katılan buna karşılık her türlü  vergiden muaf olarak toprağını ekip-biçen köylü atlı asker olan Trabzon Çepnilerinin daha sonra-Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi-müsellemliklerine son verilip “raiyet” yani vergi veren köylü durumuna düşürüldükleri görülmektedir.
                         F.Sümer’e göre bunun sebebi “Devletin bu esnada (1515)geniş ölçüde askere ihtiyaç duymasıyla ilgilidir.Fakat bereket versin dirlikler yani tımar ve zeametler eskiden olduğu gibi Çepni bey aileleri ile onların hizmetlerinde bulunmuş sipahilerin ellerinde kalmıştır.Bu değişim bunu takip eden yıllarda da devam etmiştir.Bu uygulamada aynı dönemde Safevilerin Şeyh Cüneyd’le  başlayan oğlu Haydar ve torunu İsmail ile devam eden hatta uzantıları günümüze kadar gelen Anadolu üzerindeki emellerinin önemli payı olmalıdır.Anadolu üzerinde uygulanan devlet politikasının da rol oynadığını söylemek mümkündür.F.Kırzıoğlu ‘nun B.Kütükoğlu’nudan naklettiği bilgilerden bu yüzyılda Anadolu’da oynanan bu oyunu daha iyi anlayabiliyoruz devri için bir nevi beşinci kol diye çok yerinde tanıttığı bu gibi Kızılbaşlık propagandaları için Mühime kayıklarına işaret ettiği çok mühim ikisinin de suretini vermiştir ve(27 Ekim 1577 tarihli I.ve II.Belge)Amasya’dan  Musul’a ve Teke’den (Antalya)Trabzon’daki Çepni yurdu Kürtün’e değin Anadolu’yu saran bu gibi Safili/Kızılbaş dostluğu propagandası İran’a yapılan at silah ve mal kaçakçılığı ile Erbil’e taşınan servetler korkunç sayılardı.
                         18.yüzyılda uğranılan büyük mağlubiyetler sonucunda devlet otoritesi son derecede zayıfladığı için yörelerin idaresi oraların yerlisi olan güçlü şahısların ellerine geçer.


ÇEPNİLERİN ANADOLU’YA YERLEŞMESİ

Buraya kadar verilen bilgiler bize Çepni boyunun,12. yüzyıldan bu yana Anadolu,İran,Azerbaycan ve Mısır’ı alan çok geniş bir coğrafyada tanındığını göstermektedir. Daha öncede belirtildiği gibi. Çepnilerin Anadolu’ya ne zaman geldiklerini,nerelere ve nasıl yerleştikleri hakkında yeterli bilgiye henüz sahip olmamakla birlikte,Faruk Sümer’in, ulaşabildiğimiz diğer araştırmacılar tarafından da kabul gören “Türkiye tarihinin yerli kaynaklarında adı ilk önce ortaya atılan Oğuz boyu muhtemelen Çepnilerdir” şeklindeki görüşü Anadolu’ya ayak basan ilk Türk boyu veya ilk boylardan birisinin de Çepniler olduğunu ortaya koymaktadır.
                     Çepnilerin Anadoluda’ki varlığını incelemeye başladığımızda karşımıza çıkan ilk isim Hacı Bektaş Veli olur.13.yy da yaşayan Hacı Bektaş Veli’nin hayatını anlatan ve 15.yyın son çeğreğinde kaleme alınan Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli adlı eserden Hacı Bektaş Veli ‘nin Suluca Karahöyük’teki ilk müridlerinin Çepniler olduğu anlaşılmaktadır.
                      “Hacı Bektaş,Kırşehir’e,Sulucahöyük’e(bugünkü Hacı Bektaş İlçesine)gelir. Burada,Çepni boyunda bir oymak oturmaktadır.Uluları Yunus Mukri’dir.Yunus Mukri okumuş yazmış bir insan olup,dört oğlu vardır:İbrahim,Süleyman,İdris ve Saru.İdris ile Saru da okumuşlardır.İdris’in karısı,Bektaşiler tarafından sonradan kutlu sayılacak olan, “Kadıncık Ana-Kutlu Melek’tir.”Kadıncık Ananın çocuğu olmamaktadır.Birgün rüyasında,on dört dolunay koytuna girer.İdris Hoca,bunun çocuğu olacağı manasına geldiği müjdeler.Daha sonra Bektaş Veli çıkagelir.Kadıncık aynı evlat edilir.Onun duası sayesinde ve burunkanı kerametiyle.Kutlu Meleğin çocuğu olur.Doğan çocuğun adı,Timurtaş veya Seyyid Ali Sultan’ dır.Kuvvetli bir ihtimalle Bektaşi Çelebileri de bu Kadıncık Ana ile İdris Hoca’dan gelmişlerdir.
                       Faruk Sümer’e göre,Anadolu’daki dini hareketlerden ekserisinin de Çepni boyu ile yakın ilgisi vardır.Muhtemelen 1240’daki Baba İshak Ayaklanmasına kayılan Türkmenler arasında onlar da vardır.Ona göre, İlhanlılar hükümdarı Olcaytu’nun On iki İman Şiiliği’ni kabul etmesinden sonra Anadolu’daki Ulu Yörük,Boz Ok,Yukarı Kelkit ve Canik’te yaşayan göçebe birçok topluluk,Halep Türkmenlerinden bazı oymaklar ile Sivas,Tokat,Amasya,Canik, Malatya,Dersim bölge ve yörelerindeki birçok köy bu mezhebi yani Şiiliği kabul etmişlerdir ve buralarda Şiiliği yayanlarda Barak Baba dervişleri ile diğer şeyh ve dervişlerdir.Aşağıda haklarında detaylı bilgi verilecek olan bu Türkmen topluluklarını içinde Çepni oymaklarıda vardır.
                       Çepnilerle yakından ilgili diğer bir dini olayda Şeyh Cüneyd ile haleflerinin Anadolu’daki faaliyetleridir.Çepnilerin Kardeniz bölgesine yerleşmeleri ve Safevi Devleti’nin kuruluşunda oynadıkları rol ile 16.yy.dan itibaren Osmanlı Devleti’nin Çepni politikasındaki olumsuz değişiklikleri anlayabilmek için bu olayın ana hatlarıyla bilinmesinin gerektiği kanaitindeyiz.
                       Safevi tarikatı 14.yy da Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde Safiyeddin İshak adlı bir şeyh tarafından Sünnî-Şafiî ilkelerine göre kurulmuştur.1429’da tarikatın başına Şeyh İbrahim geçmiş ve onun döneminde tarikat sadece İran’da değil Irak ve Anadolu’da da tanınmaya ve yayılmaya başlamıştır.Şeyh İbrahim’in 1447’de ölmesi üzerine yerine kardeşi Şeyh Cafer geçmiş,babasının yerine tarikatın başına geçmek isteyen Şeyh Cüneyd amcasıyla yaptığı mücadeleyi kaybedince Anadolu’ya gitmiş,kendine bağlı olanlarla önce Sivas’a gelmiş ve padişah 2.Murat’tan Kurt Beli’ni kendisine mülk olarak vermesini rica etmişse de bu isteği yerine getirilmemiştir.Bunun üzerine Karaman ülkesine giden Cüneyd orada da barınamayınca İçil’deki Varsakların yanına gitmiş,oradan Çukurova’ya geçmiş,oradan da İskenderun yöresine gelip,Ersuz dağındaki harap bir kaleyi Bilal oğlu denilen bir emirden alarak tamir etmiş ve buraya yerleşmiştir.Buradan adamlarını göndederek zaman zaman da kendisi giderek başta Halep Türkmenleri olmak üzere Dulkadirli ve Üçoklu Oymaklarının hemen hemen tamamını kendisine mürid yapmıştır.Şeyh Cüneyd’in bu faaliyetlerini haber alan Memlük devletinin harekete geçmesi üzerine Şeyh Cüneyd burayı terk etmek zorunda kalmış,Canik yöresine giderek buranın hakimi Mehmet Bey ile buluşmuştur.Bundan sonra bütün müridlerini silahlarıyla birlikte yanına çağırmış ve Mehmet Bey ile birlikte Trabzon üzerine yürümüştür.Aya Fokas manastırına kadar gelen Trabzon İmparatorluğu 4.Yuanis’i burada bozguna uğratan Şeyh Cüneyd 1454’te Trabzon’u kuşatmış ancak askerleri surları aşamamıştır.Fatih tarafından da tehdit edilince üç gün sonra kuşatmayı kaldırarak Kelkit vadisine geri dönmüştür.Sivas beylerbeyi Hızır Bey’in üzerine geldiğini duyunca Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey’in yanına gitmiştir.Uzun Hasan önce Cüneyd’i tevkif etmişse de daha sonra Şeyh Cüneyd’in kendisine 20.000 askeriyle müttefik olma teklifi üzerine onu sadece serbest bırakmakla kalmamış,kız kardeşi Hatice Begüm’ü de onunla evlendirmiştir.İşte bu evlilikten Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar dünyaya gelmiştir.

                       Şeyh Cüneyd’in 1460’ta Şirvanşah Halilullah’la yaptığı savaşta ölümü üzerine müridleri Oğlu Haydar büyüyüp dayısı Hasan Han sayesinde Safevi şeyhliği postuna oturunca onun etrafında toplandı ve Cüneyd’in vasiyetine uyarak ona biat ettiler.Şeyh Haydar babası gibi Anadolu’yu dolaşmadı ama Türkiye’den gelen kabiliyetli müridleri Erdebil’de yetiştirdikten sonra onları “Halife”unvanı ile Anadolu’ya göndererek orada tarikatını yayda ve mürid sayısını çoğalttı.
                      Yeterince güç kazandığına inanan Şeyh Haydar Anadolu’dan gelen on bin müridiyle önce 1486’da Demirkapı ötesindeki Kafkas kavimlerine saldırdı ve zengin bir ganimetle geri döndü.İki yıl sonra da hem babasının intikamını almak ve hem de Şirvan’ı ele geçirip orada bir devlet kurmak için doğrudan Şirvan hükümdarının üzerine yürüdü.Onunla başa çıkamayacağını anlayan Şirvan hükümdarı Ak koyunlu hükümdarı Yakup Bey’den yardım istedi.1488’de Yakup Bey’le yaptığı savaşta Şeyh Haydar öldü.
Bu olaydan sonra da Safevi müridleri  dağılıp Haydarın büyük oğlu Suktan Ali’nin etrafında toplandılar.Ak Koyunlularla yapılan ikinci savaştan Ali de öldü.Bütün aramalara rağmen küçük kardeşi İsmail bulunamadı.İsmail müritler tarafından kaçırılarak götürüldüğü Gilan ülkesinde altı yıl kaldıktan sonra 1500 ‘de Erzincan’a geldi ve Türkiye’nin her tarafına haber göndererek müridlerini yanına çağırdı. Erzincan’da başına topladığı Türkiyeli göçebe ve köylü müridlerle İran’a döndü ve Ak Koyunlular’ı yenerek Safevi Devletini kurdu.
Böylece dedesi Şeyh Cüneyd’le başlattığı babası ŞeyhHaydarın’ın sürdürdüğü ve her aşamada Anadolu Türkmenleri ile Çepnilerin önemli rol oynadığı bu hareket o sırada henüz on beş yaşında olan Şah İsmail  tarafından başarıyla tamamlanmış oldu.
Bundan sonra Anadolu’dan İran’a  doğru on yedinci yüzyılın ortalarına kadar devam eden bir göç başladı.Göç eden Türkmenler arasında sayıları çok olmamakla birlikte Çepnilerde de vardı.1576’da Çepnilerin İranda’da Muhammed Bey Mahmut Halife ile Dönmez Sultan adlı beyler temsil etmekte bu üç dirlik de Kuzey Azerbaycan’daki Karabağ bölgesinde bulunmaktaydı.İran’daki çepnilerle ilgili son bilgi Şah Abbas devrinde (1590-1628)aittir.
Bu dönemde nüfuslarını giderek kaybettikleri ve hiç istemedikleri Gilan yöresine üstelik başlarında kendilerinden olmayan kul takımından bir emirle göçürüldükleri biliniyor.
Şah Abbas’tan sonra İran’daki Çepnilere ait bilgiye rastlanmıyor.Geybullaev’in Azerbeycan’ın Şamaha bölgesinde Çepni kelimesiyle bağlantılı söylediği on yedi adı muhtemelen bu Çepnilere aittir.
16.yüzyıl tahrir defderinden anlaşıldığına göre başta Halep olmak üzere Anadolu’nun bir çok yerinde henüz yerleşik hayata geçmemiş olan Çepni toplulukları bulunmaktaydı.
Bu dönemde Anadolu’da Çepnilere ait kırk üç kadar yer adı vardır.
1520 yıllarında Halep Türkmenleri arasında üç kola ayrılmış bir Çepni oymağı görülüyor.
Bunlardan 53 vergi evi olan birinci kol Antep’in kuzey doğusundaki Rum  Kale yöresinde Donrul (Tuğrul) Kethüda’nın iddia resmindeki ikinci kol Antakya’nın kuzeyindeki Gündüzlü kazasında nüfusu en az olan üçüncü kol ise doğuda bir yerde(Boz Uluslararasında)yaşamaktaydı.
1570 tarihinde yani 50 yıl sonra  diğer Türkmen oymakları gibi Çepniler’in de nüfusları çok artmış 1520yıllarında53 vergi evi olan birinci kol bu tarihte 397 vergi nüfusuna yükselmiştir.
“Başına Kızdılu” yahut “Başım Kızdılu Çepni adiyle anılan ikinci ve üçüncü Çepni kollarının ise 29 ve 16 vergi nüfusları vardır.
XVII.yüzyılın ortalarında doğru Çepniler’in ana kolu yine Rum Kale yöresinde yaşıyor ve kasabalar(?)Korkmazlu Sarulu Karalar Köseler ve Şuayyıblu obalarına ayrılıyordu.
Başım Kızdılu adını taşıyan diğer iki oymak ise Batı Anadolu’ya göç ederek  Saru Han(Manisa)ve Aydın sancaklarında yurt tutmuştu.
Diyarbakir bölgesinde yaşayan Boz Ulus kışın Mardin’in epeyce güneyindeki çöl bölgesinde kışlıyor yazın da  Erzincan-Erzurum arasında yaylıyordu.Boz ulus uğradığı baskılar yüzünden 1613 yılında Orta Anadolu’ya göç etti ve bir daha eski yurduna dönmedi.

şte bu Boz Ulus’un  Orta Anadolu’ya göç eden ana kümesi arasında Kantemir Çepnisi denilen bir Çepni oymağı  da vardı. 1691 yılında bir çok Boz Ulus oymakları gibi  Çepniler  de Rakka bölgesine yerleştirildiler.Çepniler bu bölgeden iki defa kaçtılar.1728 tarihli bir vesikada Kantemir Çepnisi’nin Rakka’daki iskan yerlerine  gitmemek için Bergama taraflarına göçtüğü bildirilmektedir.Balıkesir bölgesi ile Manisa ve Aydın vilayetlerindeki Çepniler bu bölgeye on yedinci yüz yıldan sonra gelmiş Halep Türkmenleri ile Boz Ulus’a mensup Çepnilerdir.Tahrir defterlerinden Adana’nın  Sarı Çam yöresinde küçük bir Çepni oymağının yaşadığını Dulkadir eli arasında da 34 vergi nüfuslu küçük bir Çepni oymağı ile aynı bölgede Çepni adlı bir de kalenin bulunduğunu öğreniyoruz.
16.yüz yılda Boz ok(Yozgat)ta 42 vergi nüfuslu Çepni adlı küçük bir oymak yaşıyordu.
Yine orada varlığını bu güne kadar sürdüren Çepni adlı bir köy vardı.
Yine 16.yüz yılda Çorum’a bağlı Alp Oğuz köyünde Çepni Özü adı bir cemaat yani bir oymakla Hamid sancağının(Isparta vilayeti)Göl Hisar kazasında da 70 vergi nüfuslu bir oymak görülmekte idi.Eski İl Koş(Koç)Hisar Gölü’ne Dökülen İn Suyu’ndan başlayıp Güneydoğu’ya doğru Ereğli’nin batısındaki Akçaşehir’e kadar uzanan topraklardan meydana gelmişti.Koç Hisar Gölü’nün güney ucuna çok yakın olan Eski İl köyünün bu kazanın merkezi olduğu anlaşılıyor.Eski İl’de yaşayan Çepnilerin büyük bir kısmı Yavuz Selim devrinde(1512-1520)yedi köyde yerleşmiş olup ancak 27 evlik bir oba eski yaşayışını sürdürüyordu.Bu oba asrın sonlarına doğru henüz yerlesik hayata geçmemişti.
Turgut yöresindeki  Çepni oymağı I.Selim devrinde 44 vergi nüfuslu küçük bir oymak idi.
Adana’nın Saru Çam nahiyesinden gelip Ankara’ya bağlı Şerefli Koç Hisar kazasına yerleşen yaşayan Orun-Guş oymağının arasında da 133 nüfulu bir Çepni obası vardı.
Sivas yöresinden Ankara yöresine kadar yayılan ve 27 oymaktan meydana gelen Ulu Yörük veya Ulu Yörük Türkleri denilen büyük topluluğunun oymakları arasıda da birkaç Oğuz boyuna mensup teşekküller de vardı. İşte bunlardan biri de Çepniler’di.Çepniler’in yurtlarının Ak Dağ Madeni’n kuzeyinde Zile’nin güneyinde meşhur Çamlı Bel’in batısında bulunduğu anlaşılıyor.1520 tarihinde Çepniler’in 17 kışlakları vardı.Onlar bu kışlakların da çiftçilik yapmakta idiler.1575 yılında ise 32 kışlakta oturmakta nüfusları da dört misli artmış bulunmakta idi.19.yüzyılın ikinci yarısının başlarında Çepniler’in oymak geleneğini korudukları görülüyor.O yılarda Çepni oymağı ile Kara Hisar-ı Behramşah Boz Ok sancağına bağlı idari yörelerden birini teşkil etmekte idi.1720 tarihli bir fermanda Anadolu’nun çeşitli yerlerinde içlerinde 50 hanelik bir Çepni topluluğunun da bulunduğu Türkmen boyları bölgeyi Arap eşkiyasının mazarratından korumak ve ziraatle uğraşmak üzere Harran Ovasına yerleştirilmişlerdi.Daha önce belirtildiği gibi Vilayetname’den anlaşıldığına göre Kırşehir’in Suluca KaraÜyük(Hacı Bektaş)sakinleri de Çepniler’den idiler.Tahrir defterine göre Kırşehir bölgesinde Çepni adını taşıyan bir köyde vardı.